Sayfalar

Ne Diyon Lan Sen Sibop



- Dünyanın en büyük liglerinden biri NBA, orada da play-off var.
Bu adamı ciddiye alıp bir şey demek istemiyorum ama birisi kendisine futbol ile basketbolun farkını, bi zahmet, anlatır mı?

Real Madrid 2 - 1 Galatasaray



Dünün yoğun gündeminden sonra çok fazla konsantre olamadan izledim maçı. Bir yandan twitter'da, facebook'ta neler dönüyor diye bakarken bir yandan da maçı El Cezire Sport kanalından Arapça takip etmeye çalıştım.

Maça gelene kadar neler olduğuna bakalım, maça öyle geçelim:

  • TFF, UEFA'nın topa girmesiyle Fenerbahçe'yi Şampiyonlar Ligi'nden men etti. Sebebi de UEFA'nın Şampiyonlar Ligi markasına verdiği değermiş. Şike soruşturmasının başından beri ligin marka değeri zırvalarını ağzından düşürmeyen biri için ironik bir açıklama.
  • Fenerbahçe Spor Kulübü, bu gelişme üzerine Mehmet Ali Aydınlar'a küserek Acıbadem Hasteneleri ile olan sponsorluk anlaşmasını fesh etti. Al misketlerini, ver bebeklerimi dedi.
  • Mehmet Ali Aydınlar fesih haberini canlı yayında Fatih Altaylı'dan öğrendi. Canlı yayına bağlanan Nihat Özdemir'den sağlam fırça yedi. Adama acıdım gerçekten. Bi' Federasyon Başkanı oldu hayatı kaydı resmen.
  • Bütün bu olaylar üzerine Aykut Kocaman istifa etti. (Bu henüz kesinleşen bir bilgi değil) Alın teri, bilek hakkı, hak hukuk, gak guk derken o da anladı pisliğin boyutunu.
  • En güzel haber ise, Galatasaray Podolski ile görüşmelere başlandığını KAP'a bildirdi.

Geçelim maça; savunma dörtlüsünü bozmamıştı Fatih Hoca. Liverpool maçında iyi oynayan, Olympiakos maçında ise yenen komik golü hazırlayan dörtlü yine savunmadaydı. Sol açıkta oynayacak adam olmadığından o bölgede Kazım'ın denenmesi dolayısıyla Eboue sağ açıktaydı. Orta saha dizilişi yine Melo-Selçuk-Sabri şeklindeydi. İlk 20-25 dakika çok güzel top oynadık, takım potansiyelinden kesitler verdi. Golü de bu ara bulduk. Kazım ile Eboue'nin yer değiştirdiği bir ataktı. Kazım sağdan kesti, Selçuk ilkinde ıskaladı, Eboue'nin Ramos'u pazara gönderip verdiği pasa hayır diyemedi.

Makine tıkır tıkır işliyordu, ta ki Servet'in sakatlanmasına kadar. Sevmiyorum bu adamı ama dünkü maçta o çıktıktan sonra düzenin bozulduğunu da itiraf etmeliyim. Sonrasında yapılan komik bir faul ve yapılan ortayı seyreden bir Galatasaray defansı ile gelen beraberlik. İkinci yarı zaten deneme tahtasıydı bizim için.

Kısa kısa futbolculara bakarsak:

Fernando Muslera: Uzun zaman sonra kalede kaleci gördük. Yan top zaafı dışında kalede güven veren bir isim. Bir çok pozisyonda ara pasları iyi sezip, kalesini zamanında terk etti ve tehlike oluşmasını önledi. Ama önündeki ağır savunma ile işi gerçekten zor.

Hakan Balta: Servet sakatlanana kadar sol bekte takıldı, sonra stopere geçti. İlk golde hep beraber Sergio Ramos'un nasıl kafa vurduğunu seyrettiler, ikinci golde de Xabi Alonso'nun mükemmel ara pasına bakakaldılar. Git artık Hakan, git kendini de kurtar bizi de...

Servet Çetin: Sakatlanıp çıkana kadar iyiydi ama sevmiyorum, ön yargılıyım, istemiyorum. Çok acil yerine kaliteli takviye lazım.

Gökhan Zan: Dünün iyilerindendi ama o da arkadaşları gibi ağır olduğu için yenen gollerde topyekün savunma hatasında büyük payı var.

Tomas Ujfalusi: Liverpool maçındaki oyunundan uzaktı. Di Maria karşısında çok ağır kaldı, ilk golden önce topu gevelediği için gereksiz bir faul yapmak zorunda kaldı ve hiç pozisyon yokken gol yedik. Stoperde izlemek lazım bir de.

Felipe Melo: Tüm yeni transferler nokta atışı ama bu adam tam 12'den vurulmuş bir transfer. Oyun görüşü, tecrübesi ve hırsı ile orta sahada fark yarattı resmen. Bi' de hakemle oynayıp kart görmese tam olacak. Brezilyalı Mustafa Sarp mı diyorlardı? Hâlâ diyorlar mı ki?

Selçuk İnan: Santiago Barnabeu'da gol atma şerefine nail oldu. Yanına daha yaratıcı bir adam lazım. Sabri ile o da kayboluyor.

Sabri Sarıoğlu: Kaptanlık bandından bir an önce kurtulması lazım. Virüs vücudu sarmaya başlamış, tanınmayacak halde. Bu performansla takımda yeri yok.

Kazım Kazım: Sol kanatta kayboldu gitti, yeri değil. Podolski'nin gelişi ile ait olduğu yere, sağ kanada döner. Onun maçı değildi.

Emmanuel Eboue: İlk maçı olmasına rağmen çok iyiydi. Kanatta hareketli ve topla adam geçebilen bir isim. Golün asistini ters kanattayken yaptı. Ujfa-Sabri-Eboue arasında bir rotasyon yapılabilirse daha iyi olacak gibi.

Milan Baros: Net kötüydü. Hiçbir şey yapamadı, toparlar umarım yoksa gidici gibi.

Yedeklere girmiyorum, kayda değer bir isim yok çünkü. Sadece Engin Baytar oyuna girdiğinde bi' baktım neler yapacak diye. Antrenman ve maç eksiği olduğu açık. Form tutsun sonra bakarız. Elmander o son topu yazsa güzel olacaktı ama kısmet değilmiş.

Bugün Süper Kupa'nın yıldönümü. 11 yıl önce bugün Real Madrid'i 2-1 yenerek kupaya ulaşmıştık. Türkiye saatiyle bugün biten maçta da aynı skorla yenildik. Durum 2-2 oldu, kendilerince intikamlarını aldılar. Seneye Şampiyonlar Ligi'nde görüşürüz beyler...

Son bir not: Casillas, Puyol ve Xavi'ye iftar yemeği verdiği için bu maçta oynamamış diyolla...

Ayar Nedir? Nasıl Verilir?



Mehmet Ali Aydınlar yönetimindeki Türkiye Futbol Federasyonu Tiyatrosunun oynadığı son tek perdelik oyun sonrası Galatasaray da kulüp olarak sessizliğini bozdu ve aşağıdaki açıklamayı yaptı. Bu açıklamadan sonra Sayın Mehmet Ali Aydınları'ın Ünal Aysal'ı jet hızıyla disiplin kuruluna sevketmesini bekliyorum. İçimizin yağlarını eriten açıklama şöyle:

Galatasaray Spor Kulübü'nden Kamuoyuna Açıklama

TFF’nin son kararından sonra Türk futbolunun geleceği açısından ciddi endişe duyduğumuzu belirttik. Bu endişenin nedenlerini açıklıkla dile getirmenin zamanı bugündür.

Futbol, dünyada bir çok ülkenin en önemli imaj unsurlarından biri haline gelmiştir. Globalleşen dünyada, oyunun tek bir kuralı vardır: Rekabet. Bu rekabet tabii ki uluslararası kurallar çerçevesinde yapılır. Aksi halde futbolun marka gücü, değeri ve evrenselliğinden  söz edilemez. Herkes, kendi kurallarını uygulayacak olursa, başarının evrensel ölçüsü kalmaz. 

Dünya çapında sıfır hata toleranslı bu rekabetin ardındaki neden, sadece imaj meselesi değildir. Bu rekabetin ekonomisi de son derece ciddi boyutlara ulaşmıştır. 2010-2011 sezonunda Şampiyonlar Ligi’nde dağıtılan gelir tutarı 754 milyon Euro’ya ulaşmıştır. Ülkemiz, bu gelirin sadece 20 milyon Euro'sunu elde edebildi. Diğer uluslararası rekabet alanlarını ve dolaylı gelirleri hesaba kattığımızda Avrupa’nın en genç nüfusuna sahip ve futbol aşkının son derece yaygın olduğu ülkemizin bu ekonomiden aldığı pay %2’nin altındadır. Önemli bır futbol ülkesi olan İngiltere'nin aldığı pay 200 milyon Euro'dur.
 
UEFA Kupası ve Süper Kupa almış kulübe, Dünya üçüncüsü ve Avrupa dördüncüsü olmuş bir Milli Takıma sahip ve nüfusunun yarısından fazlası 24 yaşın altında olan Türkiye’ye, yakın bir zamana kadar futbolun geleceğe damgasını vuracak yeni yıldızı olarak bakılmaktaydı. Son dönemde yaşadıklarımızdan sonra bu noktadan ne kadar uzaklaştığımız ortadadır.
 
Üstelik oluşan kararsızlık ortamının, daha geçtiğimiz günlerde Olimpiyatlara yeniden ve büyük bir şevkle aday olan, gün geçtikçe uluslararası organizasyon kabiliyeti ve kredibilitesi artan ülkemizin, tüm spor dünyasındaki imajı açısından da büyük bir olumsuzluk yarattığı ortadadır.

Türk futbolunun bugün verdiği sınav, yıllar sonra nice uğraş sonucu elde edilen özerklik konumuna rağmen kendini yönetme becerisine ve erkine sahip olup olmadığı sınavıdır.

Gelişmelerin ilk gününden beri son derece açıklıkla belirttik: Hiç kimsenin üzüntüsü, acısı, bizim sevincimiz olamaz. Hepimiz aynı gemideyiz ve geminin adı Türk Futbolu’dur. Gerçek şudur ki, gemimiz ağır bir yara almış, futbolumuz mahkemelere düşmüş, kişisel ve toplumsal dramlar ortaya çıkmıştır. Ancak alınan bu yara, her gün biraz daha büyürken, hiçbir şey yokmuş gibi davranmak daha büyük maliyetlere yol açacaktır. Gün dövünme, tartışma, kavga günü değildir. Hep beraber oturup ortak bir akıl ve strateji oluşturma günüdür.
 
Bu strateji  “zaman kazanma”ya dayandırılamaz. Kendimizi yönetme becerisi ve erkine sahip olduğumuzu kanıtlamamız için atılması gerekli adımlar bellidir. Geciktikçe bedel daha da ağırlaşacaktır. En kötüsü bu adımları biz zamanında atmaz isek, başkalarının bizim adımıza atması kaçınılmazdır. Kurallar çerçevesinde hatalarımızla yüzleşip gereğini biz yapmazsak dünyada bunu üst kuruluşlar yapar. Kendi kangrenli parmağımızı kendimiz kesmezsek, birileri gelir kolumuzu keser. “Biz yapamadık, onlar yaptı” diyemeyiz. Uygar dünyanın saygın bir üyesi olmak, öncelikle hatalarımızla yüzleşip, kendimize karşı dürüst olmaktan geçer.  

Türk Futbol endüstrisinin yöneteni bellidir. Futbol tarihimizin en önemli problemi önlerine gelmiştir. Böyle bir meselede adaleti tam ve net olarak sağlamak çok zordur. Ancak onun görevidir. Bu görevi başkalarına bırakamaz, devredemez. Bizlere düşen ise kendilerine sonuna kadar destek vermek ve yardımcı olmaktır.  

Futbolumuzdaki bazı şahsiyetlerin hırsları, bir an için akıllarının önüne geçmiş olabilir. Bu her bireyin, her an başına gelebilir. Bu durum bazı haksızlıklar ve adaletsizlikler yaratmış olabilir. Ancak dünyada barışın en büyük çimentosu olan spor dünyasında hiç kimsenin söz konusu rakibi de olsa bir tek gün bile özgürlüğünün sınırlanması istenemez.

Ama ne anlayış, ne acıma, ne dostluk duygularımız hataları ortadan kaldırmaz. Yapmamız gereken, FIFA ve UEFA'nın tüm kurallarını, uluslararası futbol camiasının örf ve adetlerini eksiksiz yerine getirmektir. Ne eksik ne fazla. Böyle bir uygulama hata yapan futbol yöneticilerimizi, spor insanlarımızı hapisten kurtaracağı gibi, Türk futbolunun kaderini kendimizin çizmesi demek olacaktır. Bu uygulamayı başkasına bırakmak, yapacağımız en büyük hata olur.

110 yıllık geçmişi olan, artık kültürümüzün bır parçası olmuş futbolumuzun kaderini, başkalarının çizmesini kabullenmek gibi bir tarihi hatayı yapma lüksümüz yoktur, olamaz.

Aksi takdirde tarih, hepimizden hesap sorar.

GALATASARAY SPOR KULÜBÜ

Benim İçin Futbol Bitmiştir Artık


Şike soruşturması başladığından beri bir kelime yazmadım bloga. Sadece takip ettim, oynanan tiyatronun sonunu nasıl bağlayacaklarını merak ediyordum çünkü. Sürpriz bir son bekliyordum ama sonu klişe bitti. Fenerbahçeli Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı çok sevdiği takımına ceza veremedi. Sahibi olduğu hastanenin sponsorluğunu yaptığı biricik kulübüne kıyamadı. Kanun, talimatname - her ne ise bunu düzenleyen - gayet açık olmasına rağmen, etik kurulu "kurulumuz bazı inceleme ve değerlendirmeler sonunda kanaat oluşturmaya yeticek düzeyde kanıt bulunan bazı müsabakalardaki eylemlerin spor kulüpleri bakımından şike , şikeye teşebbüs, teşvik primi veya teşvik pirimine teşebbüs oluşturduğu kanaatine ulaşmış" şeklinde görüş bildirmesine rağmen olaya karışan takımlara hak ettikleri cezaları ver-e-medi. Kısacası YEMEDİ...

Bu sahnelenen kötü komediyi seyrettikten sonra, ben artık Türkiye'de futbol seyretmeme kararı aldım. Ne maça giderim, ne televizyondan seyrederim ne de medyadan takip ederim. Sonucu belli, kurgulanmış bir senaryoyu izlemek istemiyorum artık. Kendi sporum olan basketbola daha fazla ilgi gösteririm böylece. O taraf da çok temiz değil ama bu kadar pisliğe bulanmış olduğunu sanmıyorum.

Bu blogda da bundan sonra havadan sudan bahsederim artık. Basketbol yazılarım Boyalı Alan'da devam edecek zaten.

Şimdilik buraya kadar...

Sen de Şimdi Herkes Gibisin



Beni daha önce hiç yanıltmadın, bugün de yanıltmadığın için teşekkür ederim Arda. Galatasaray'ı kafanda bitirdiğin 2 senedir belliydi. Milli maçlarda coşup, Galatasaray forması altında dökülmenin başka bir izahı yoktu. Kaptanı olduğun takımı sattın, babam dediğin teknik direktörünü sattın, en önemlisi seni seven saf Galatasaray taraftarını sattın sen. Neyse ki ben seni sevmedim koca kafa, gidişin bana koymadı o yüzden. Bundan sonraki hayatın, o çok sevdiğin Emre Abi'n gibi olacak muhtemelen. TT Arena'da oynanacak bir milli maçta yuhalanırsan bugünleri hatırla, neden diye sormana gerek kalmaz.

Büyük usta Nazım Hikmet bu dizeleri senin için yazmış zamanında:

Büsbütün unuttum seni eminim
Maziye karıştı şimdi yeminim
Kalbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de şimdi herkes gibisin

Yolcudur Abbas Bağlasan Durmaz


Geçen yazdan bu yaza sarkan bir hikaye bu. Arda Turan'ın Athletico Madrid ile olan flörtü geçen yaz resmi siteden yayımlanan transfer teklifi ile resmen duyurulmuştu. O zamanki Başkan Delnan Polat, "Arda kupa kaldırmadan bir yere gidemez." diye postayı koymuştu. O gün de gitsin demiştim, bugün de yeni yapılanmaya rağmen fikrim aynı.

Arda'yı daha 20'sini doldurmadan bir Avrupa Kupası maçında tanıdım. Mlada Boleslav'a karşı oynadığı harika futbol ile gönülleri fethetmesi zor olmamıştı. Ama ne olduysa o lanetli Euro 2008'den sonra oldu. O turnuvada oynayan Galatasaraylı futbolcular iflah olmadı bir daha. Hakan Balta, Mehmet Topal (o da gitti de kurtardı kendini) vs...

Eski Başkan Adnan Polat'ın hatası çok, ama en ölümcülü Arda'ya hem kaptanlığı hem de 10 numaralı forma ile Metin Oktaylığı yüklemesi oldu. Arda daha gencecik yaşında dünya yıldızlarına kaptanlık yapmaya başladı ama bu yükün altında her geçen gün ezildi. Özel hayatındaki yaptıklarıyla (Sinem Kobal ile olan ilişkisinin çok göz önünde olması, Emre Belözoğlu, Acun Ilıcalı gibi Fenerbahçelilerle çok fazla takılması vs...) taraftarın da tepkisini çekti. Bu tepki bir maç öncesi aleyhine yapılan tezahüratlara kadar gitti.

Arda'nın bir mentore ihtiyacı olduğunu her zaman söyledim. Ama bu müessese Türkiye'de ne yazık ki yok. Ben kimseden akıl almam egosu biz Türklerin en büyük zaaflarından biri zaten. Netice itibariyle Arda ve Galatasaray Yönetimi Arda'nın kaptanlığından sonraki süreci iyi yönetemediler ve belki de bir dünya yıldızı olabilecek bir yetenek Galatasaray'dan kaçarcasına gitti.

Yolu açık olsun...
Related Posts with Thumbnails