Sayfalar

Hazımsızlığın Bu Kadarı


Fenerbahçe basını, dün akşam Selçuk İnan transferi açıklandıktan sonra, yemiş oldukları "kapak"ın etkisiyle 18 milyon Euro diye sallamasyon bir bedel biçtikleri Selçuk için Kamu Aydınlatma Platformu (KAP)'na toplamı 12,5 milyon Euro'ya anca ulaşan bir bedel bildirilince midelerindeki hazımsızlık probleminin ülsere dönüşmesi üzerine can havliyle iftira atmaya başladı. KAP'a eksik bildirmişiz. Bu büyük bir iftiradır, bunu ispat edemeyen sonuçlarına katlanmak zorundadır ve bu işi mahkeme çözer. Ünal Aysal'ın "hakkımı yerde koyan biri değilim ama hak arama yöntemlerim farklıdır" açıklamasından sonra, bu işleri onlar gibi çirkinleşerek değil, hukuki yollardan halledeceğini zaten öğrenmiştik. En kısa zamanda gereken yapılacaktır eminim. Hazmedemeyenler ise aşağıdaki kasadan bir şişe soda alıp içsin, iyi gelir...


Ne? Kasa boş mu? 1 kasa yetmez demiştim...

Selçuk İnan Galatasaray'da

Tarihin en berbat sezonunun ardından, şu anda psikolojik olarak dibe vurmuş olmamız gerekiyorken, Galatasaray taraftarı olarak ayaklarımız yere basmıyor. Uzun zamandır alışık olmadığımız şekilde Mayıs ayı tamamlanmadan transfer açıklar olduk. Yıllarca transferin son günü alel-acele getirilen futbolcularla, doğru düzgün kamp dönemi geçiremeden başladığımız ligde hep hüsran yaşadık. Ünal Aysal'ın camiaya etkisi inanılmaz boyutlarda, katlanarak da büyüyecek gibi görünüyor. Şampiyonlar Ligi'nde mücadele etme şansı olan iki takımın arasından sıyrılıp Selçuk'a 5 senelik imza attırmak büyük yöneticilik başarısıdır. Selçuk'un Galatasaraylı olduğu söylentilerinin de mutlaka etkisi vardır tabi. Bize de hayırlı olsun demekten başka bir şey düşmez...

Galatasaray 2 - 0 Konyaspor (Çok Şükür Bitti...)


İki hafta önce bir başka düşen takım Kasımpaşa'yı yenmiştik, bugün de düşen bir takımı yenerek sezonu peş peşe 3 galibiyet ile kapattık. Böyle bir seriye sevinir olduk, hale bakın... Aslında Fenerbahçe maçı ile bu sezonu kapatmıştım ama son maç tribünde olayım dedim, hay demez olaydım. Maça gitmeye niyetlendik, maç seyircisiz oldu. Böyle bir sezona böyle bir veda. Şampiyonluk yarışında çok büyük yara aldık seyircisiz oynadığımız için, öyle böyle değil. Amacın üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek olduğu o kadar açık ki...

Her iki hoca da kasmayın, rahat oynayın dedi muhtemelen, öyle olunca da bizimkiler 5 dakikada 2 tane atıp son düdüğü beklemeye koyuldular. Bitse de gitsek modu o kadar barizdi ki... Zeminin berbat hali için kimi suçlasam bilemedim, bilen varsa beri gelsin. Çimler serilirken nöbetler tutan, her bir metresini çalışanlarla beraber seren taraftara ayıptır bu.

Tarihin en kötü sezonu eksi (-) averajla bitti. Attığımızdan 5 fazla yedik, tarihteki ilklerden biri olarak kaydedildi ne yazık ki. Artık yaz sezonunda, transferleri ve hazırlık maçlarını beklemeye koyulabiliriz. Yeni sezonun eskisini unutturması dileğiyle...

Fatih Terim v.3.0


Bir önceki postta Terim hakkındaki kafamda oluşan soru işaretlerine yer vermiştim. Özellikle de ders almam ders veririm söyemi beni korkutan faktörlerin başında geliyordu. Ancak; üçüncü kez Galatasaray'ın başına geldiği açıklandıktan sonra yaptığı açıklamalardaki hatalarından ders aldığı yönündeki cümleleri içimi biraz olsun rahatlattı. En başından beri istikrar diyoruz, Rijkaard'ın, Hagi'nin arkasında durduğumuz gibi Terim'in de sonuna kadar arkasındayız.

Ünal Aysal sayılarla oynamaya bayılıyor. Başkanlığı - tesadüf de olsa - 1905 oy aldığında garantilemesinden sonra, Fatih Terim'i de 19.05.2011'de 20:45'te açıklaması, hatta 19:05 itibariyle Galatasaray'ın teknik direktörüdür demesi hoş ayrıntılar. Umarım versiyon 3.0 sistemimize uyum sağlar.

Aynı Nehirde İki Kere Yıkanılmaz...


Ünal Aysal Başkan seçildikten sonra transfer dedikodularında bir patlama oldu. Şu anda dünyanın bütün teknik adamları ve futbolcuları hatta basketbolcu ve voleybolcuları dahi Galatasaray'la anlaşmaktalar. Fatih Terim ismi dedikoduluktan çıktı ve resmi teklif yapıldı, cevap bekleniyor. Ama benim bu konuda sıkıntılarım var.

Beni bilen bilir, Fatih Terim'den çok hazzetmem. 1996 - 2000 arası yakaladığı jenerasjon ve Commandante'nin de yardımı ile fırtına gibi esti, hem Türkiye'de hem Avrupa'da. Galatasaray'a gelmeden önce de Millî Takım'ın başında bir ilki başararak Türkiye'yi tarihinde ilk defa Avrupa Şampiyonası finallerine götürdü. Buraya kadar eyvallah, Türkiye'nin yaşadığı en büyük başarıların altında imzası var. Galatasaray'ın iskeletini oluşturduğu Millî Takım da Dünya üçüncüsü oldu. Bütün bu başarılara kimsenin laf etmeye hakkı olamaz. Ancak ne zaman ki rahmetli Özhan Canaydın'ın seçim yatırımı olarak Lucesku'nun yerine ikinci kez Galatasaray'ın başına geldi, yaptıkları ve yapamadıklarıyla tüm önceki başarıları ile kazanmış olduğu kredileri tüketti. Şimdi kimse çıkıp da Olimpiyat Stadıydı, Beşiktaş'ın 100. yılıydı demesin. Silah zoruyla mı oynattılar Olimpiyat'ta? Stadı yıkıp yeniden yapacağız kandırmacası ile koca sezon Olimpiyat'ta oynandı ama stada çivi bile çakılmadı. Beşiktaş ve Fenerbahçe 100. yıllarında şampiyon olurken biz sadece bir Türkiye Kupası ile yetinebildik. Yani kimse kimseye 100. yıl hediyesi vermiyor. Önemsiyorsan ona göre takımını kurar çıkar oynar kazanırsın şampiyonluğu. Neyse konumuz bu değil, dağılmayalım.

Galatasaray'daki ilk döneminin aksine, ikinci döneminde - öyle ya da böyle - başarısız oldu ve ikinci seneyi bitirmeden istifa etmek zorunda kaldı. İlk senesinde şampiyonun (Beşiktaş) 8 puan arkasından ikinci olan Galatasaray, ikinci senesinde yarım bıraktığı sezonu şampiyonun (Fenerbahçe) 22 puan gerisinde altıncı bitirebildi. 

Galatasaray'dan ayrılmasının ardından başlayan ikinci Millî Takım macerasında ise gözleri boyayan bir Euro 2008 macerası var. Turnuvaya, düştüğümüz kolay gruba rağmen nasıl ıkına sıkına gittiğimiz, turnuvada alınan üçüncülük(!) (herhangi bir üçüncülük/dördüncülük maçı oynandığını hatırlamıyorum) ile unutulmuş görünüyor. Şu anda dökülen bir çok futbolcunun kariyerindeki top nokta olan bu turnuvadaki geri dönüşler ne kadar Fatih Terim etkisidir? Tartışılır. Ama bundan iki sene önce olaylı play-off maçları sonucu katılamadığımız 2006 Dünya Kupasından kimse bahsetmiyor.

Diyelim ki ders almayan ders veren Imparatore bütün bunlardan ders almış olsun; Millî Takım'da istisnasız oynattığı ve bizimse bir an önce kurtulmaya çalıştığımız çıban başları Servet Çetin, Hakan Balta, Gökhan Zan ve türevlerini oynatmaya devam etme ihtimali bile yeterince korkutucu.

Son olarak ise Rijkaard ile yollar ayrıldığında da ilk durak yine Sinyor Terim'di. Bir Fenerbahçe maçı öncesi takımın başına geçmeye - kibar tabirle - gözü yemeyen adamın şimdi "gerisi teferruattır" temalı cümleler söylemesi bana hiç samimi gelmiyor.

Başlık aynı nehirde iki kere yıkanılmaz ama biz üçüncü kez girmeye niyetlendik aynı nehire. Büyüklerimizden iyi bilecek halimiz yok tabi, hayırlısı olsun demekten başka çaremiz yok. Umarım hayırlı olur...

Gençlerbirliği 2 - 3 Galatasaray (Yeni Başkan, Yeni Umutlar)


İşkencenin bitimine bir kala artık maçı didik didik etmenin bir anlamı yok. Galibiyet güzel, iki maç üst üste kazanmak güzel. En son Rijkaard ile kazanmışız üst üste; 3-4-5-6. haftalar. Sonrasında seri mağlubiyetler, beraberlikler var ama bu iki maçlık galibiyet serisi Ünal Aysal'a kısmetmiş.

Maça dair bir diğer not; geriye düştüğümüz bir maçı çevirdik, hatırlayamadığım kadar uzun bir süre sonra. Bu sezon öne geçtiğimiz bir çok maçı ya kaybettik ya da berabere bitirdik. Sona yaklaşırken eski kimliğimizden esintiler görmek de sevindirici.

Ünal Aysal, Galatasaray tarihinin 34. Başkanı oldu. Zaten bekleniyordu ve rekor oy (2998) alarak kazandı başkanlığı. En güzel tesadüf ise 1905 oy aldığında kazandığının kesinleşmesiydi. Burada durun, daha fazla saymayın dedi ama tabi ki mümkün değildi bu.

Telegol'e katılıp Gargamel'e verdiği ayar ile hızlı bir başlangıç yaptı göreve. Basına aba altından sopa gösterdi resmen, özlediğimiz başkan profili bu. Enteresan bir ürkütücülüğü var ama asla Aziz Yıldırım gibi höt-zöt ile değil. Kibarlığıyla adam döven cinsten. Aksi bize yakışmazdı zaten.

Verdiği ropörtajlarda cümle aralarında çok önemli mesajlar var. Sabır istemeyeceğim sizden diyor, direk hedefe ulaşmak için gereken hamleleri yapacağından bahsediyor sürekli. Takımın 1/3'ünün gideceğini söylüyor, doğru kişiler gitmediği sürece bir anlamı yok bu 1/3'ün. Transfer bütçem sınırsız diyor, kafama yatarsa istediğim adamı alırım. Taraftar olarak bizim gözümüzü boyayan cümleler bunlar. İcraatlarını da 4 gözle bekliyoruz. En güzel vaadi de; Başarı, Başarı, Başarı...

Tüm sarı-kırmızı camiaya hayırlı ve de uğurlu olması dileğiyle...

Galatasaray 3 - 1 Kasımpaşaspor


Uzun zaman sonra oturdum televizyonun başına bir maç seyredeyim dedim. Bir tarafta lige çoktan havlu atmış, angarya maçları oynayan, bitse de gitsek modundaki Galatasarayım, diğer tarafta ligden düşmüş prestij maçları oynayan Kasımpaşaspor. En son ne zaman maç kazandığını hatırlamadığım takımımın durumu ve rakibin de ununu elemiş eleğini asmış hali birleşince çok da zevkli bir maç olmasını beklemiyordum. Atılan 4 gole rağmen gerçekten de vasatı aşamayan bir maç oldu.

30. dakikaya kadar topu eveleyen geveleyen iki takım, bu dakikada Stancu'nun karşı karşıya pozisyonda golü yapamaması ile kimlik değiştirdi adeta. Galatasaray rakip ceza sahası civarında baskı yapıp top kapmaya ve pozisyona girmeye, Kasımpaşa ise panikleyip ceza sahasına kapanmaya başladı. Tabi baskı deyince aklınıza yanlış bir şey gelmesin, tamamen göstermelik bir baskı. Kazanılan topların hunharca heba edildiği ancak 35. dakikada yaşanan karambolde Stancu'nun önünde kalan topla skor olarak öne geçtiğimiz yalan bir baskı. Baskı deyince Galatasarayımın maç başlar başlamaz 15 dakika boyunca yaptığı öldürücü presi hatırlıyorum da dünkü bunun yanında sinek vızıltısıydı, anlayın işte... 

Tekrar sıkıcı monoton oyuna dönen maç bu şekilde devreye girecek derken, 2 über stoperimiz sanki gole ihtiyacımız varmışçasına bir duran top organizasyonu için ileri çıkar, dönen top da savunmanın arkasına uzun oynanır ve rakibiyle mücadele eden ve topa müdahale eden bir Çağlar Birinci varken ne yaparım da gol yerim diye düşünerek muhteşem bir zamanlama ile çıkıp hem Çağlar'ı bozan hem de kendisi yerde kalan Aykut, İY 1 oynayan bahisçilerin maçın ikinci yarısını seyretmemesine neden olur. 10 yıla yakın zamandır Galatasaray'da yedek kaleci olarak görev yapan bir insanın kaleciliği nedenhep yerinde sayar bilmiyorum. 10 sene önce ben sıfır kalecilik bilgim ile kulüpten içeri girmiş olsam, 10 sene kalecilik antrenmanı yemiş olsam 34 yaşımda bundan kötü performans göstermem herhalde.

İkinci yarıya - sanırım - yediğimiz golde suçlu olduğuna karar verilerek ceza alan Çağlar yerine Balta ile başladı sevgili "içimizden biri" Bülent Ünder. Bu iç kimin içi bilmiyorum ama benim içim olmadığı kesin. Daha sonra da orta sahada tek iş yapan adam Yekta'yı çıkarıp Baros'u aldı. E Baros gol attı diyenler tarayısını kapatsın bi zahmet. Ve en son değişiklik de 85'te Duble Kazım'ın yerine giren Cem Sultan. Kalan maçlarda gençlere şans vermek böyle olsa gerek; 5 dk, 3 de uzatma 8... Kaldı ki o Cem Sultan o kadar sürede Emre Çolak ile iki güzel pozisyon hazırladı. Kalan 2 maçta da 8'er dakika oynadı mı seneye bomba gibi bir A takım oyuncusu oldu demektir.

İkinci yarı Baros'un penaltıdan ve Servet'in golleri ile Arena'da 4 maç sonra kazanmışız. Böyle bir stadın açılışını böyle bir sezona denk getiren yönetime de çok lafım var ama hepsi zaten söylendi, tekrara girmeyelim artık. Son bir kaç kelime de Serveeeet Serveeeet diye bağıranlar için etmek istiyorum. Umarım taşşak geçiyordunuz, akıl sağlığı yerinde bir insanın hâlâ Servet'e sevgi gösterisinde bulunuyor olması mümkün değil çünkü. Attığı golle şampiyonlar ligi kupasını da getirse fikrim değişmez, sevmiyorum...


Related Posts with Thumbnails