Sayfalar

Karpaty Lviv 1 - 1 Galatasaray

Maçı seyretmedim, o yüzden bu bir maç yazısından ziyade durum değerlendirmesi olacak. 

Yıllar sonra bir Ağustos ayında Avrupa'ya veda ettik. 2005 yılında Norveç'in köy takımı Tromsø'ye elendiğimizde bahanemiz patates tarlası bile olamayacak olan sahalarıydı. Chelsea bile çıkamamıştı o sahadan. Bugün durum farklı. Tamam rakip Tromsø'den çok daha iyi bir takım ama Galatasaray'ın ayakta duracak hali yok. İlk maçın ikinci yarısı ve Bursaspor ile oynanan lig maçındaki futbol biraz göz boyasa da 2010-2011 futbol sezonunda oynadığımız 6 resmi maçta sadece 1 galibiyetimiz var ki o da başka bir köy takımı OFK Belgrad'a, rakip 10 kişi kalıp dağıldıktan sonra alınmış bir galibiyet. Avrupa macerası o maçta da bitmiş olabilirdi aslında. 

Takımda bir boşvermişlik, bir bıkkınlık var. Özellikle yerli oyuncularda gözleniyor bu. İlk maçı çeviren Kewell ve Baros ile savunmada tek başına savaşan Neill dışında karakterini ortaya koyan adam yok. Savunma hattı sağlı sollu ne savunmada var ne hücumda. Tek yaptıkları rakip forvetlere kaleye kadar eşlik etmek. Orta saha zaten evlere şenlik. En başta savaşması gereken kaptan, takımın en ruhsuz adamı. Hakkındaki yeniçeri iddialarına artık inanmaya başlıyorum. Rijkaard'ı istemediği ve kazan kaldırmaya hazırlandıkları doğru gibi görünmeye başladı artık bana. Millî maçlarda coşup Galatasaray'da tükenmesinin başka bir izahı varsa bi' zahmet bana da anlatın da aydınlanayım. 

Geçen sezondan beri takviye isteyen takıma takviye yapmayan yönetim de ayrı bir fenomen. Sezon bitti, Dünya Kupası var, kimse transfer yapmak istemiyor dendi; yedik. Dünya Kupası bitti, kendini gösterenler iyi takımlara kapağı attı, daha süre var dendi; yedik. Ön eleme turu kuraları çekildi, zayıf bir rakip geldi. Nasıl olsa geçeriz dedik, bekledik. Turu geçtik, şimdi transfer gelir dedik, bekledik. Pino ve Cana geldi ama taraftarın iştahını dindirmeye yetecek futbolcular değillerdi ve sakatlar, faydalanamıyoruz. Lig başladı, iki haftada sıfır çektik. Dört kişi, dört koldan, dört kişi ile pazarlık halinde, Galatasaray'da transfer bitmez dendi; bunu da yedik. Netice, sıfıra sıfır elde var sıfır.

Rijkaard da sütten çıkmış ak kaşık değil tabi. Yumruğunu masaya vurup, sesini çıkaramadı geldiğinden beri. Dilini bilmeyen bir tercüman verdiler, tercüman bildiğini sandığı dili bile bilmiyordu. Dilini bilen tercüman verdiler, bu sefer de Türkçe bilmeyeninden... Transferler geciktikçe sesini yükseltmeliydi, yapamadı. Sanırım hayatında böyle Bizans Entrikası görmemesinden kaynaklanıyor.

Artık şapkayı önümüze koyup düşünme zamanı. Rijkaard'ı getirmek bir vizyonsa, ona sistemine uygun futbolcuları almak da o vizyonun bir parçasıdır. Bu sene Avrupa rüyasından erken uyandık, bari kaçmakta olan lig treninin arkasından koşup yakalayalım. Kelle almak çözüm değil. Umarım kimsenin kellesi uçmaz bu hafta sonu.

0 yorum:

Related Posts with Thumbnails